Üniversite eğitimi ne vaat etmeli?

İsmail H. Polat
ismailhpolat
Published in
4 min readJul 8, 2020

--

Cambridge ve Harvard Üniversitelerinin gelecek akademik yıl için ardarda aldığı “online eğitim” kararları, eğitim dünyasında köklü değişimlere yol açabilir mi yoksa salgın bittikten sonra herşey yeniden ‘normale’ mi dönecek?

Dünyanın yavaş yavaş normalleşme adımları attığını düşündüğümüz bir sürece girdik ama belirsizlikler de sürüyor. Henüz aşı veya ilaç bulunmadı ama insanları daha fazla evlerinde tutmanın salgından çok daha vahim sonuçlar doğuracağı endişesindeki çoğu ülke, salgının yol açabileceği riskleri bile göze alarak normalleşme süreçlerini başlatmak zorunda kaldı.

Tabii artık yeni toplumsal normallerimiz var; “maske+sosyal mesafe” sloganında somutlaşan daha uzaktan, daha temassız, daha hijyenik ve daha güvensiz bir yaşam bekliyor bizi. Elbette eski alışkanlıklarımızdan vazgeçip bu yeni yaşama adapte olmamız kolay olmayacak ama ilaç veya aşıya kadar bunlarla yaşamak ve özellikle iş yapış biçimlerimizi bile değiştirmek zorunda olduğumuz da, bir gerçek. Tabii tüm bu gelişmelere karşın hâlâ eski günlere dönüleceği umudunda olan ve alışkanlıklarını değiştirmemekte ısrar edenler de var.

İşte eğitim de bunlardan birisi ve hatta başlıcası.

Halihazırda hemen hemen tüm dünyada çevrimiçi (online) olarak sürdürülmeye çalışılan eğitim süreci, kimileri için “Bir taraftan ekrandan slayt paylaşırken, diğer taraftan bilgisayarın kamerasına bakıp ders anlatmak zorunda kaldıkları ve ‘herşey normale dönünce’ kurtulacakları geçici bir baş belası”.

Kişisel olarak, salgın sürecinin en hafifinden bir tortu bırakacağı ve eğitimde de bunun işaretlerini görmeye başladığımızı düşünüyorum. Mayıs ayında Cambridge, dün de Harvard Üniversitesi’nin önümüzdeki akademik yılı tamamen online ortamda yapacaklarını kamuoyuna duyurmalarıyla başlayan süreci de, bu bağlamda takip etmek lazım.

Kuşkusuz Cambridge, akademik eğitim alanında dünyanın en önemli birkaç markasından biri ve online eğitimle verdiği diploma bile yeterince prestijli. Ancak önümüzdeki dönem için Cambridge halihazırda talep ettiği 32 bin pound (Harvard da 50 bin dolar) yıllık eğitim ücretlerini yine talep eder ve yukarıda tarif ettiğim gibi online eğitimin işlevini “görüntünü yana alıp sunumu ekrandan paylaşarak yapılan ders anlatımı” ile sınırlarsa, o zaman bu parayı ödeyen öğrencilerin “geçen senelerde kampüsün yüzlerce yıllık binalarının ambiyansında elit hocalardan ders alıp yurt, kütüphane gibi fiziksel imkanlarından yararlandığım ve elit öğrencilerle sosyalleştiğim bir eğitim için ödediğim miktarı neden şimdi sadece ‘kuru’ anlatımlar için yapıyorum?” itirazlarıyla da karşılaşabilirler.

Dolayısıyla, Cambridge ve Harvard üniversitelerinin bu vb. itiraz ve talepleri çözmek için online eğitimi mevcut halinin ötesinde bir yaklaşımla ele almaları bence bir zorunluluk olacak. Çünkü Marshall McLuhan’ın yıllar önce söylediği ünlü “Medium is the message” sözünde işaret ettiği gibi, ortam mesajı da belirler. Madem üniversiteler eğitim ortamını değiştiriyorlar, eğitim mesajlarını da buna adapte etmeleri gerekiyor. Aksi takdirde, istediğiniz kadar köklü ve prestijli bir kurum olun, içine girdiğiniz mecranın ruhuna uygun biçimde mesajlarınızı öğrencilere ulaştıramazsanız, o övündüğünüz herşey vitrinde kalır ve zamanla soluklaşır.

Yapılması gereken ise çok net: Çevrimçi eğitim ortamını, mevcut eğitim sürecinin yedeği bir araç olarak değil de, 21. Yüzyıl eğitim ihtiyaçlarına göre şekillendirilip fiziksel kampüs/sınıfta bile var olmayan özelliklerle zenginleştirildiği bir ortam olarak konumlandırmak.

Cambridge ve Harvard üzerinden somutlaştırmak gerekirse; ben onların yerinde olsam, önümüzdeki akademik yıl başlayana kadar, mevcut eğitim süreçlerini baştan sona gözden geçirir ve bu süreçlerin fizikseldeki avantajlarını bile olabildiğince kapatacak ve hatta kimi yönlerden öğrencilere “Woow, iyi ki eğitimi online almışım!” dedirtebilecek özellikler eklerdim.

Basit bir takım örnekler; akademisyenlerin derslerini 2–3 saatlik canlı ve tek yönlü vaaz formatıyla ders vermelerini yasaklar ve her birinin derslerini önceden 10–15 dakikalık bölümler halinde kaydetmelerini sağlar ve her ders videosunun içine bir veya birkaç ödev sorusu gizlerdim. Bu videoları öğrencilerle dersten 1 hafta önce paylaşır ve öğrencilerden ders saatine kadar (ama istedikleri zaman) videoları izlemelerini, ödevleri de en geç dersten 1 gün önce bana göndermelerini ve nihayet kafalarında oluşan tüm soruları da ders saatinde bana sorulmak üzere hazırlanmalarını isterdim. Dersten 1 gün önce teslim edilen ödevleri okuyup notlandırır ve dersin hemen öncesinde online grupta ilan ederdim. Aslında böylelikle o hafta ile ilgili çoğu hedefi dersten önce tamamlamış olurduk ve öğrencilerle bir araya geldiğimiz ders saatini de çok kısa tutup önce 5–10 dakikada öğrencilerin okuduğum ödevlerinde aksayan hususlara ağırlıkla değindiğim ısınma amaçlı bir ders özeti geçerdim. Sonrası ise, öğrencilerle sıcak bir etkileşim ortamı oluşturacak karşılıklı soru-cevapve biraz da sösyal sohbet ile genelde 30 dakikayı geçmeyecek ofis saati tadında bir oturum. Burada kritik olan akademisyenleri çevrim içi ortamın kalıcı olduğuna ve eğitim süreçlerini buraya taşımalarına ikna etmek. Bunun da ötesinde, öğrencilerin bilgi beceri ölçümleme ve değerlendirmesini geleneksel biçimde herşeyi kapattırarak zihinde kalan ezbere göre değil İnternet gibi herşeyin açık olduğu bir ortam üzerinden yapmaya çalışırdım. Enerjimi, zaten sizden uzakta olan öğrencinin kopya çekmesini engelleyecek yöntemleri geliştirmeye değil aksine sınavlarda kopyaya izin vererek öğrencilerin kopyala-yapıştır kolaycılığına kaçmasını etik ve ikna yöntemleriyle yönetmeye çalışırdım. Ve bunun yerine İnternet’in engin bilgi okyanusunda kopyaladıkları bilginin doğru olup olmadığını nasıl sorgulayacaklarını öğreten ve ezberciliği değil sorgulayıcı aklı notlandıran sınav sistematiği geliştirirdim.

Öğrencilerin performanslarını gerçek zamanlı ve kişisel takip edecek, onların da takip etmesini sağlayacak kişisellikte gerçek zamanlı not çizelgeleri hazırlatırdım ve ortalamanın üzerindeki öğrencilerin performanslarını daha yukarıya çıkartacak ama daha aşağıdakini de ortalama ve üzerine çıkartacak kişisellikte reçeteler hazırlayıp onlarla paylaşırdım.(“Öğrenci sayısı çok!” diye itiraz edecek bağnazlara da “o zaman yapay zekadan yararlanalım!” şeklinde cevap verirdim!) Mühendislik gibi disiplinlerin laboratuvar ortamlarındaki deneyleri sanal gerçeklik ortamında nasıl simüle edebileceğime ve hatta burada fiziksel ortamda yapamadığım hangi ekstraları yapabileceğime kafa yorardım.

Sözün özü, salgın sürecinin bizi zorunlu olarak içine soktuğu ortamı aslında bir fırsata dönüştürmek elimizde. Yeter ki, konuya tutucu değil açık fikirle ve açık bilgiyle yaklaşalım. Aksi takdirde, online sınavlarda kopya çekilmemesi için öğrencilerin kamerayla nasıl gözetlenmesi gerektiğinin tasarlanacağı yaklaşımlar üzerinden çıkacak sonuç: “Bu online eğitim de sınıf eğitiminin yerini tutmuyor!” cümlesinden başka bir şey olmaz ve yazık olur!

--

--

Lecturer @ Kadir Has University Department of New Media Contributing Writer for Bloomberg BusinessWeek Turkiye